Yüreğimde Sevgin Olmadan Bir Günüm Bile Geçmedi…

Yüreğimde Sevgin Olmadan Bir Günüm Bile Geçmedi…

Diego’m,

Gecenin aynası. Gözlerin tenimde yeşil kılıçlar. Ellerimizin arasında dalgalar. Tamamı seslerle dolu bir boşlukta – gölgede ve ışıkta. Sen sayıların tüm kombinasyonlarısın. Hayat.

Seni göğsüme bastırdım ve vücudunun mucizesi parmak uçlarımdan bütün bedenime işledi. Meşe özünün kokusu, cevizin hatırası, kül ağacının yeşil nefesi. Ufuk ve tarlalar, onları öpücüklerle takip ettim. Sözlerin kayıtsızlığı kapalı gözlerimizin bakışlarını anlatmak için bir lisana dönüşecek. Sen elle tutulamaz biçimde buradasın, odamın biçimine sıkıştırdığım bütün evren, sensin. Yokluğun saatlerin vuruşunu ve odamın ışığını titretiyor, aynadan nefesini duyuyorum.

Dünyalara sessizce hayat verenim, en önemlisi yanılsama olmaması. Gün doğumları, dost kırmızılar, büyük maviler, yaprak dolu eller, gürültücü kuşlar, saçta parmaklar, güvercin yuvaları, insanın mücadelesine dair ender bir kavrayış, saçma şarkının basitliği, kalbimdeki rüzgarın budalalığı, antik Meksika’nın tatlı çikolatası, ağızdan gelen kanda kopan fırtına – kasılma, alamet, kahkaha ve incinin saf dişten iğneleri, Temmuzun yedisinde bir hediye, istiyorum, alıyorum, şarkı söylüyorum, söyledim, bundan böyle bizim büyümüzün şarkısını söyleyeceğim – aşkımızı.” – Frida Kahlo

* * *

AŞK olgusunun ve kelimesinin içinin boşaltılacağı önümüzdeki şu günler için bu yazı… Bunca boş üretilecek ve yer işgal edecek lafa karşılık gerçek bir aşkın ifadelerinden kısa bir alıntı ile başlamak istedim…

Hiç öyle özel günlere karşı bir insan değilim, keza 14 Şubat Sevgililer Günü‘ne de… Ama bugünün daha çok, yeni yetmeler için olduğunu düşünenlerdedim… Lütfen yanlış anlaşılmasın, pek çok arkadaşım, tanıdığım, ahbabım ve medyada okuduklarımız var ki, nişan, nikah, düğün gibi hayatlarının en özel günlerinden olması gereken bir günü bugüne denk getiren ve bunu özel zanneden; birinin doğruları artık size söylemesi lazımdı ve hatırlatırım dost acı söyler.

Hepimizin farklı bakış açıları olması doğal, deneyimlerimiz, hayata bakışımız, algılamamız farklı mutlaka ama incitmeden şu kadarını söylemek isterim ki, bu arkadaşların ne yazık ki yaratıcılıkları o kadar yok ki, kendilerine ait olması gereken en özel günlerini bile belediyenin toplu nikahı gibi bir güne denk getiriyorlar… bana biri bunu teklif etse, o an, o kişiden soğurum.. öyle diyeyim size, anlayın vaziyeti.

OKU:  Bilinçli Sadakat Aşkın Göstergesidir, Mecburi Sadakat Değil

Sevgililer Günü’ne özel dışarı yemeğe çıkmayı bile ben banal buluyorum (toplu romans seansı bana göre değil, bir gün önce için program yaparım, bir gün sonraya program yaparım ama toplu romans seansına katılamam), o güne özel tatil planı yapmayı da… Belli bir klasa sahipseniz uygun görüneni, güzel bir demet çiçek ve düşünceli biriyseniz mücevherengiz bir hediyedir, hepsi o. Elbette farklı düşünenler var, hatta bugüne özel program yapmaya özenen hanımlar olduğunu görüyorum şaşısarak…

Sevgililer Günü, ki hiç karşı falan değilim yineleyeyim, gayet eğlenceli ona lafim yok, ama “kendi özel tarihlerini yaratamayanlar” içindir, bana belediyenin toplu düğünleri gibi geliyor.

Sevgililer Günü’nde değil ama, doğum günü ve evlilik yıldönümünde ise (özel kutlamalardır çünkü) duygulu biriysen bir aşk mektubu diyorum; hiç olmazsa ömründe bir kez, kadın saklayabilsin senden sonra değil mi (boşanma, ayrılma olmasa bile, erkekler daha erken hayata veda ediyorlar malum, bir anı bırakın yazılı)… Sevgililer Günü’nde onun dışındaki kutlamalar bana ergen işi ve düşük sınıf geliyor, tercih meselesi elbette.

Ama gençsen hiç olmazsa bir buket çiçek mutlaka almalısın.. “ben sevgililer gününe ticari olduğu için karşıyım” tarzı söylemler de banal, benim bakış açımdan elbette.

* * *

Tarihin tozlu yapraklarında kaybolmadan günümüze kadar ulaşmış bir başka büyük aşkın güçlü karakterinden satırlarla veda edelim yazıya.. Hayatta tutkuyu tatmadan gitmeyin, sevgiyle ve rastlarsanız aşkla kalın…

Josephine,

Bir tek günüm bile geçmedi yüreğimde sevgin olmadan, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarıp sarmalamadığım, beni yaşamımın ruhundan uzaklaştıran zafer ve tutkuya lanet etmeksizin bir tek fincan çay bile yudumlamadım. Orduları komuta ederken, savaş meydanlarını aşarken; benim tapılası Josephine’im, hep kalbimin tahtında oturuyor, düşüncelerimi alıp uzaklara götürüyorsun… Eğer gece yarıları çalışmak için kalkıyorsam bunu tatlı sevgilim belki birkaç gün önce gelir diye yapıyorum. Ama mektubunda bana ‘Siz’ diye hitap ediyorsun. Sensin ‘Siz’! Ah, kötü kız! Nasıl yazabildin böyle bir mektubu? Ne kadar da soğuktu! Siz! Siz! Bu 15 gün nelere gebe? Ruhum üzgün, yüreğim köle, hayal gücüm beni korkutmakta. Beni fazla sevmiyorsun. Ve belki de bir gün gelecek beni hiç sevmeyeceksin. Bunu söyle bana, hiç değilse acıları hak etmiş olurum… ‘Seni eskisi gibi sevmiyorum’ diyeceğin gün, yaşamımın son günü olacak. Hoşça kal!” – Napolyon Bonapart

OKU:  Aşk, Dehadan Çok Daha Nadir...

* * * 

Love Story 1970 – Ryan O’Neal ve Ali MacGraw

Lise 1’de ‘Aşk Hikayesi’ni televizyonda sanıyorum ilk kez izlemiş, “ölüm var, hayat boş” deyip, dersleri boş verip kendimi romanlara, edebiyata vurmuş, ilk yarı 7-8 zayıf getirmiştim karneme… Ryan O’Neal, Ali MacGraw ve Aşk Hikayesi’nden hala alacaklı hissederim kendimi o nedenle…

Nil Taşkın