Prenses ve Nohut Tanesi

Prenses ve Nohut Tanesi

Image: Pexels/@Jennifer Murray. CCO

Rahmetli babaannem Ürgüp‘lüydü.. uzunca boylu, otoriter, vakur, eskilerin tabiriyle çok Osmanlı bir kadındı. Zaman zaman İstanbul‘a bizi ziyarete geldiğinde bana çok güzel masallar anlatırdı. Çok da güzel sesi vardı, arada birlikte şarkılar da söylerdik, şarkı sesimin babaanneme benzediğini söylerlerdi o zamanlar. Ayrıca çok da duygusaldı, sanırım duygusallığımı da ondan almışım. O beraber şarkı söylediğimiz zamanlarda arada gözlerinden akan damlalara şahitlik etmişliğim vardır.

Bana anlattığı onca masal arasından bir kaç tanesini hiç unutmadım. Şimdi kısaca anlatacağım bu masalı ise aklıma geldiğinde İngilizce arama yaptığımda masalın meğer bende o zamanlar kitabı da bulunan meşhur Hans Christian Andersen‘in masallarından olduğunu öğrendim ki, biraz şaşırdım.. ilginçtir nasıl Ürgüp’e, babaanneme kadar uzanmış diye.. Belki de Türkiye’de yaygın kütüphane olan ilk kentlerden olduğu içindir kimbilir.

PRENSES VE NOHUT TANESİ

Çok yağmurlu bir gecede, kral ile kraliçe, oğulları prensin mutlaka soylu, çok soylu bir prensesle evlenmesini istediklerini konuşuyorlardı. Prensi, böyle bir prenses bulsun diye araması için yollamışlardı ama genç prens gerçek bir prenses bulamadan sarayına dönmüştü ve şimdi bu tatsız haberi kral ve kraliçeye anlatıyordu.

Bütün çabalarına rağmen gerçek bir prensese rastlamadığını anlatırken gökte şimşekler çakıyor, gök gürültüsü sarayı inletiyordu. Tam o sırada sarayın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Yaşlı kral kapıyı açmaya kendisi gitti. Bu fırtınada kim gelirdi? Kral, kapıyı açınca üstü başı yırtık pırtık, sırılsıklam bir kızcağız gördü. Kız bir prenses olduğunu söyleyince, kral çok şaşırdı, kızı içeri aldı, ateşin başına getirdi. Ama kraliçe kızın prenses olduğunu duyunca. “Bu kız mı prenses!” dedi. “Saçma! Şu haline bakın!”

OKU:  17 Ağustos 1999'da İstanbul, Ataköy'deydim

“Ben prensesim” diye direniyordu kız, “Gerçek bir prensesim, neden böyle, bu kılıkta olduğumu anlatacağım.”

Kraliçe “yakında anlarız” dedi, “gerçekten soylu mu değil mi”.

Kıza yemek verdiler. Sonra yatak hazırladılar.

Kraliçe hizmetçiye tenbihledi, misafirin yatacağı yatağa 20 tane şilteyi üst üste koydurttu. Sonra bir nohut tanesi yerleştirdiler ve 20 şilte daha üst üste kondu. Sonra kızı çağırdılar yatak hazır diye. Kız “iyi geceler” diledi, yattı.

Ertesi sabah kral, kraliçe ve prens kahvaltı sofrasında kıza zordular; nasıl, rahat, iyi uyuyabildin mi?

Kız cevap verdi: “İyi uyumak mı? Gözümü bile kırpmadım. Yatak ne kadar rahatsızdı. Ne olduğunu bilmiyorum ama çok sert birşeyin üzerinde yatıyordum. Her tarafım ağrıyor şimdi”

Kraliçe bu sözlere sevindi. “Sen sahiden bir prensessin” diye haykırdı. “Çünkü ancak gerçek bir prenses 40 şiltenin arasındaki nohut tanesinden rahatsız olacak kadar naziktir.”

Böylece yakışıklı prens ile prenses evlendiler ve sarayda mutlu mesut yaşadılar. Halk yeni prensesi sevdi, prenses de onlara bağlandı. Bu mutlu evliliğin gerçekleşmesine yardımcı olan nohut tanesi de saraydaki müzeye kondu. Kimse çalmadıysa hâlâ oradadır.


Şimdi durduk yerde bunu niye anlattım, herkese olağan gelen şeyler, bir kaçı üst üste gelince bazen ağır geliyor ve hazımsızlık yapıyor bende bugün olduğu gibi.. Simdirim sistemim kaldıramıyor. Her ne kadar bildiğimiz şeyler de olsa, o nedenle bazen böyle paylaşmak, anlatmak ihtiyacı duyuyorum, rahatlamak için.

P.S: Bunu yazmasam sahiden sindirim sorunum var sananlar olacaktır. Mecaz, ironi maksatlı yazıldı son paragraf, yoksa sindirim sistemim gayet sağlamdır, kolay kolay bir şeyden etkilenmez. 🙂

Nil Taşkın