Neden mi Atatürk ve Bilim?
Yıllar önce genç bir gazeteciyken, zamanının renkli bir maliye bakanı olan Adnan Başer Kafaoğlu‘nun kızı ile ilgilendiği dernek için röportaja gitmiştim evine, Suadiye’deydi sanırım. Gitmeden durumundan haberdardım, oldukça geniş, varlıklı ve zevkli birine ait olduğunu hissettiren güzel bir evdi. Foto muhabiri arkadaşım kimdi yanımda hatırlayamıyorum şimdi, röportaja başlamadan bir ön hazırlık yapıyorduk fotoğraf vs. için sanırım, ben banyoya gitmek için izin istedim, banyoya gittim çıkamıyorum… Niye mi, ağlamamı durduramıyordum çünki… Küçük bir sepetin içine minik el havluları kıvırmış koymuşlardı, onlardan kaç tane kullandım hatırlamıyorum, sepeti boşalttım sanırım, çünki gözyaşlarından ıslanıp, rimelden kararan havluları kirli sepetine atıyordum sonra da… Neyse bir kaç yüz yıkama girişimi ile kendimi toparladım ve yüzüme bir gülücük kondurmaya çalışıp çıktım dışarı. 20’li yaşlarının başlarında genç, güzel ve havalı bir kız, babasının kendisine aldığı kırmızı, üstü açık spor araba ile bir kaza yapmış ve tekerlekli sandalyeye bağlı yaşamaya başlamıştı. Tabi ki üzerinden çok yıllar geçtiği için kendisi duruma alışmış ve kabullenmiş, gayet de güzel bir hayat yaşıyordu, klasik müzik tutkunuydu ve hayat arkadaşı da bir orkestra şefiydi.
Ara ara eski arkadaşlarımızı buldukça ekliyoruz ya facebook’da, dün de bir eski arkadaşım buldu beni, lisedeki sıra arkadaşlarımdan biri… İnce narin, doğal sarışın, biraz sessiz ve mağrur karakterde bir kızdı. Bir başka arkadaşımız Mehmet, yok benim sıra arkadaşımdı diye lafa girdi sonra; belli ki, bir süre de yaramaz ve haşarı Mehmet’e ceza olsun diye onun yanına oturtmuştu öğretmen bu sessiz arkadaşımızı… Dün sohbeti kapatırken öğrendim ki, üniversite yıllarında arkadaşımız MS (Multipl Skleroz) hastalağına yakalanmış ve tekerlekli sandalyede sürdürüyor günlük yaşamını.
MS deyince benim ilk aklıma gelenler Sabancı‘nın çocukları, Dilek Sabancı, sonra da geçen sene Ozzy Osbourne‘un MS’e yakalanan oğlu Jack oldu, hemen ardından evlenmişti kendisi ve durumu çok da ağır değil sanırım…
Multiple Skleroz, beyni ve omuriliği tutan bir hastalık, ayrıca genç erişkinlerde en sık görülen nörolojik bozukluk. Hastalığın nedeni henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıktığı düşünülüyor. Günümüzde hastalara tüm MS çeşitlerinde kortizon vb. tedavisi verilmekle birlikte, yeni çalışmalar umut verici, yakın gelecekte çıkması beklenen PPAR-gamma agonistleri üzerinde yapılan çalışmalar klinik evreye gelmiştir diye yazıyor kaynaklar.
Peki sizce bu çalışmaları, bu klinik bulguları falan kimler yapıyor arkadaşlar?
İnsanlık adına umut vaad eden bu tür çalışmaların imam hatiplerde yapıldığını düşünen var mı aramızda? Sizce bu arkadaşım geleceği için kendi vatanından bir umut bekleyebilir mi, yoksa gelişmiş ülkelerdeki tıbbi ve bilimsel çalışmalardan mı bekleyecek umudu? Biz neden insanlık adına faydası olacak bu tip araştırmalara eşlik etmeyi bırakın, öncülük edecek çalışmalar ve bilim adamları yetiştirmiyoruz, yetiştiremiyoruz kendi topraklarımızda sizce?
Siz istediğiniz kadar 7X24X100 sene kuran okuyun, hiç bir zaman hasta bir insanın yaşamını kolaylaştıracak, hayat kalitesini artıracak veya iyileştirecek bir sonuca ulaşamazsınız arkadaşlar… Türkiye’deki binlerce yanlışın en büyüklerinden birisi de budur… İhtiyacın ötesinde sayıda imam hatip açılması ve imam hatip mezunlarının lise puan katsayılarının vs. normal liseler gibi sayılıp üniversiteye alınmalarıdır. Oysa imam hatip mezunu ancak ilahiyat fakültesine girmek üzere ek bir puan almalıdır ve o kadar. Çünki imam hatip okulu İMAM yetiştirir arkadaşlar, din adamı yani… Bilim adamı yetiştirmekten yoksundur ve görevi de değildir.
Nasıl ki teknik lise mezunları mühendislik fakülteleri için ek puanı hak ediyorsa, aynı şey imam hatip/ilahiyat fakültesi için de geçerli iken, diğer hiç bir branş için bir imam hatiplinin puanı normal liseli gibi kabul edilemez, edilmemelidir. Ama kendi oy tabanını cahil bırakmakta ısrarcı hükümetler, ne yazık ki bunu her zaman siyaset konusu yapmış ve bu konuyu istismar ederek bir milletin geleceğini karartmışlardır.
Bizde de zeki parlak öğrenciler, gençler yok mu, mutlaka ki varlar, neden biz de insanlığa faydalı işler yapmayalım, neden tarih kitapları bizden de söz ederken Türk Bilim adamları MS’e çare bulmuştu, lösemiye çare bulmuştu, AIDS’ın aşısını Türk Bilim adamları bulmuştu diye yazmasın… Eğer biz hala Atatürk’ün Türkiye’sinde yaşasaydık bunlar mümkündü. Ama ne yazık ki Menderes’den bu yana gelişen dini siyasete alet eden, halkı cahilleştirme amaçlı yanlış eğitim politikaları ile bu söylediğim hayellerimizde bile yer alamayacak kadar uzak bize…
İnsanlığa hizmetin yolu bilimden geçer, bilimi eğitim politikalarının temeline koymayan her millet de insanlığı geri çeken birer asalaktan başka hiç bir şey değildir.
Nil Taşkın